3 Temmuz 2009 Cuma

üç

Alnının terini elinin tersiyle silip ufka doğru kaldırdı bakışlarını. Elini siper edip gideceği mesafeyi gözüyle tarttı. Çok kalmamıştı. Çadırların tepesi görülüyordu artık. Gaza hafifçe dokunup arabanın hızını artırdı. Araba büyük bir homurtuyla yokuşu çıkmaya başladı. “Güneşin ışıkları gözümü alıyor” diye söylenirken hatırladı: Işık. “Sveta” dedi kendi kendine. “Mesajı aldı mı acaba? Gülü beğendi mi? Ne cevap verecek? Ya cevaplamazsa? Cevaplar” diye söylendi. Bir hendeği geçen araba yerinden sıçramasına sebep olmuş kafası tavana hafifçe değmişti. Tekrar kontrolü eline aldıktan sonra içinde büyük bir arzunun uyandığını gördü. Hemen şimdi eve dönmeyi, bilgisayarın başına oturup Sveta’nın gelmesini beklemeyi arzu etti. Verilmiş sözü olmasa bunu hemen yapacağını düşündü. Hem sıcaktan hem de yapmaya mecbur olduğu bir seyahatin verdiği can sıkıntısıyla gaza bastı. Yıllardır yağmur yüzü görmemiş yoldan çıkan bembeyaz toz bulutu göğe doğru yükselirken gelişini Çelebi Abdurrahman’a haber vermişti. Ortadaki büyük ağacın gölgesinden çıkıp kendisine doğru hareketlenen Çelebi’yi tam beklediği gibi yeşil sarığı ve bembeyaz entarisi ile gördü. Arabayı ağaca doğru sürerken Çelebi’nin çadırlara doğru eliyle yaptığı işaret gülümsetti. “Bu sıcakta ziyafet de çekilmez ama” dedi “misafir misafirliğini bilmeli.” Arabadan indiğinde çoktan atrafını sarmış olan siyah incilerin gözlerinin içine bakıp gülümsedi. Elindeki torbadan çıkardığı neredeyse erimek üzere olan şeker ve çikolataları onlara dağıtıp ev sahibinin kocaman bir gülümsemeyle uzattığı elini sıktı. Ağacın gölgesinin serinliği şaşırtmıştı onu. Yer minderine çökerken ayaklarını bastığı halıdaki büyük kırmızı gül onu bir anda başka bir boyuta taşıdı. Arkasına yaslanıp yaprakların arasından güneş ışıklarının yaptığı oyunları seyrederken “acaba mesaja cevap gelecek mi?” diye düşünüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder