26 Temmuz 2009 Pazar

yedi

Arabayı büyük bir gürültüyle park edip merdivenleri birer ikişer koşarak çıktı. Üçüncü kata geldiğinde asansörün girişte kapısı açık olarak durduğunu hatırladı. Bir kat daha çıkıp anahtarı takıp hızlıca çevirdi. Şaşkınlık ve öfke ile baktığı anahtarın sapı elinde uzaydan gelmiş bir cisim gibi anlamsız duruyordu. Öfkeyle yere çaldığı anahtarın sapı korkuluğun arasından birinci kata kadar düştü. Yere çarparken çıkardığı ses bir müddet koridorda yankılanıp yitip gitti. Şimdi Selim’in merdivenleri koşarak atlayarak inişinin sesi duyuluyordu. Son basamaktan dünya rekoru kırmaya azimli bir sporcu gayretiyle sıçrayan Selim kendini bir anda demir kapının dışında buldu. Hızla açtığı arabanın torpido gözündeki anahtarı çıkarmak için ne var ne yoksa koltuğun üzerine dökmüştü. Yedek anahtarı bulduğunda sevinç çığlığı atmamak için kendini zor tuttu. Kendini tekrar merdivenlere attığında asansörle çıkmayı yine unuttuğunu hatırlayıp gülümsedi. Ama umurunda değildi. Anahtarı yerleştirmek istediğinde acı gerçekle yüz yüze geldi biraz önce kırılan anahtar hala delikteydi. Bir anda baştan ayağa bir hayal kırıklığının girdabına düştüğünü hissetti. “Sakin ol” dedi kendi kendine. “Sakin ol ve düşün.” Derin bir nefes alıp zili iki defa çaldı. Dört gün önce başka bir şehre giden Murat’ın dönmüş olması için dualar ediyordu. İçeriden hiçbir ses gelmedi. Kapıyı hızlı hızlı çaldı. “Uyansana” diyordu bir yandan da “bu kadar ağır uyunur mu?.” Aslında evin boş olduğundan emindi. Ama umut fakirin ekmeği. Tekrar çaldı kapıyı. Ne kadar sert vurursa vursun içeriden bir ses gelmeyeceğini biliyordu. Ve gelmedi.

Yan taraftan açılan kapıdan kafasını uzatan komşu şaşkın bakışlarla onu tepeden tırnağa süzmüş ve bu yabancı komşusunun daha önce hiç görmediği bu aceleci tavrının sebebini öğrenmek ister gibi bakışlarını getirip gözlerinde dondurmuştu. Selim mahcup bir eda ile özür dileyip anahtar deliğinin tıkalı olduğunu kapıyı açamadığını ve içerideki arkadaşını uyandırmak için böyle sert bir şekilde kapıyı çalmaya mecbur olduğunu açıkladı. Komşu kadın hiç konuşmadan yanına geldi. Çiğnemekte olduğu sakızı ağzından çıkarıp anahtar deliğinin üstüne yapıştırıp yavaşça çekti. Anahtarın kırık parçası sakızla beraber gelmişti. Selim’in yüzü neşeyle aydınlanırken şaşkınlık ve minnet duygularıyla dolu gözleri kararsız bir şekilde fır fır dönüyordu. Komşu teşekkür bile beklemeden evine girip kapıyı kapattı. Selim elindeki anahtarı deliğe sokarken o kadar yavaş ve dikkatli hareket etti ki zaman sanki durmuş onu bekliyormuş gibi hissetti. “Nihayet içerdeyim. Bu komşuya güzel bir hediye almalı. Bir kutu sakız.” Düşüncesine tebessüm edip hızla bilgisayarın başına geçti. Ekranın kullanılmaya hazır hale gelmesi ömründen birkaç yılı götürmüş gibi çok yavaş olmuştu. Ekranın sağ alt tarafında yanıp sönen mesaj geldi alarmı az daha kalbini durduracaktı. Fareyi alarmın üzerine götürüp iki kere tıkladı. “Selim hocam gelişim pazartesine kaldı. Beni merak etme. Murat.”

Yerinden kalkıp mutfağa yöneldi. Dolaptan aldığı şişedeki suyu bardağa doldururken “bir bardak soğuk su” dedi. Gülme ile ağlama arası bir hale bürünmüştü. Bir tabureye çöküp suyu adeta emerek içmeye başladı. Murat gecikecekti demek. Olsundu. İşini bitirip gelmesi daha iyiydi. Her zaman gidilmiyordu. Bir sene rahat ederlerdi. Bürokratik işlemler onu sıkardı zaten. Her zaman git gel çok zahmetliydi. Bitirsin gelsindi. Murat tuttuğunu kopartırdı. Çok iyi arkadaştı. Gelemeyeceğini haber vermişti. Bir iki gün daha yalnız kalırdı. Alışmıştı zaten. Yıllardır böyleydi. Soğuk suyu da vardı. Ne öğretmişti öğrencilerine? “Üzerine bir bardak soğuk su içmek.” Suyu da içmişti işte. Soğuktu hem de çok soğuktu. Dolap iyi çalışıyordu canım. Eskiden daha iyi yapılıyordu zaten her şey. Hilesizdi. Şimdi öyle mi ya? Herkes kurt olmuştu. Herkes birbirinin kurdu olmuştu. Son yudumu da içti. Üzerine bir bardak soğuk su içmişti işte. Geçmiş olsundu. Geçerdi zaten. Zaten ne olmuştu ki? Ne olacaktı ki? Ne olurdu ki? Nasıl olurdu ki? Ne bekliyordu ki? Ne mi bekliyordu? Gözlerinin buğulandığını görüntülerin yavaş yavaş puslandığını gördü. İki damla yaşın süzülmesinin kendisini bu kadar rahatlatacağını hiç düşünmemişti. Dudağının üzerinde biraz eğleşen damlalar dudaklarını ıslatarak aşağıya süzüldüğünde “Ne beklemiyordum ki?” dedi. Ağzından bir hırıltı gibi çıkan kelimeler hıçkırıklarının arasında kaybolup gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder