26 Temmuz 2009 Pazar

altı

Sveta’nın dalgınlığı sık sık elindeki kaşığı tabağın kenarına vuruşundan belli oluyordu. Kaşık tabağa her çarpışında tiz bir ses çıkartıyor Sveta hafif bir ürperme yaşadıktan sonra ağzındaki lokmayı çiğnemeye devam ediyordu. Annesinin endişeli gözleri her an üzerindeydi. Sveta’ya bir iki defa sormayı istemiş ama ketum duracağından emin olduğu için susmayı ve kendisinin açılmasını beklemeyi tercih etmişti. Ama her dakika artan dalgınlık, kaşığın çıkardığı sesten sonra ağızda lokma olduğunun hatırlanması endişelerini artırmış gözlerini büyüten bir hüzün gelip yüreğine çöreklenmişti. Elini yavaşça kızının eline yaklaştırıp avuçlarının içine aldı. Sveta bu şefkat tutuşunun ne anlama geldiğini biliyordu. Dünyada her şeyden çok kıymet verdiği annesi bir açıklama bekliyordu. Kaşığı tabağa koyup annesinin elini öptü ve yavaşça kalkıp dolaptan aldığı bardağa su doldurmaya başladı. Zaman kazanmak istediği belliydi. Suyu doldurup masaya yöneldiğinde annesinin daha önce hazır ettiği masanın üstündeki su dolu bardağı gördü. Artık kaçış yoktu. Kurabiye çalarken yakalanmış bir çocuğun muzip ve mahcup bakışlarıyla annesine gülümseyip doldurduğu sudan bir yudum aldı. “Gözler” dedi. “Botanik Bahçesini geçene kadar beni takip eden gözlerin varlığını hissettim. Bu ne zamandır böyle. Çok rahatsız oluyorum. Sanki birisi sürekli beni takip ediyor. Moralim alt üst oldu. ” Şimdi muzipçe gülümseme sırası annesindeydi. “Güzelliğinin farkına var artık. Kim bilir kaç kişinin başını döndürüyor kaç kişinin hayallerini süslüyorsun? Artık biraz işten başını kaldırıp çevrene baksan. Belki de o gözler senin çok yakınında ve bir gün senin gözlerinle buluşmak için can atıyor.” Bunları söylerken gözlerindeki hüznün yerini sevinç ve merak karışımı bir duygu almıştı. Kızının artık bir yetişkin gibi sırası gelen şeyleri yapmasını istiyordu. Evlenmek ve ona torun vermek gibi. Bunları seslendirmenin zamanı değildi tabii. Ne zaman bu konu açılsa Sveta hemen savunmaya geçiyor. “Yoksa benimle yaşamaktan bıktın mı? Sen de kendine bir arkadaş arıyorsun galiba?” gibi imalı sorulara muhatap oluyordu. Evet bir hayat arkadaşının olmasını isterdi ama bu asla kızının zannettiği gibi onunla yaşamaktan bıktığı için değildi. Zordu bunu anlatmak. Yüzünde geniş bir tebessümle “ Yine kendi dertlerime daldım diye düşündü. Oysa kızının konuşmaya ihtiyacı olabilirdi. “Salona geçelim” dedi. “Şu göz meselesini konuşmamız lazım.” Sveta annesinin dikkatini başka yöne çekmenin verdiği rahatlıkla yarısı dolu bardağı masadan alarak annesini takip etmeye başladı. Salona geçerken göz attığı odasında bilgisayarı koyacağı yeri kafasında canlandırmıştı bile. Annesinin bildik cümlelerini dinlemeye başlamadan önce hayalinde bir erkek yüzü canlandırmaya gayret etti. Kafasında her gün ofiste gördüğü simalar canlanıverdi. Bardaktaki son yudumu da alıp bardağı mutfağa bırakmaya geri döndü. Biraz önce bitiremeyip tabağında yarım bıraktığı yemeği masadan alıp tencereye dökerken mutfak camının penceresinde bir simanın bir an görünüp kaybolduğuna yemin edebilirdi. Ve bu siluetin “o” olduğuna. Salona ağzı kulaklarında geldi. Kanepeye uzanıp televizyonun kumandasındaki açma düğmesine bastığında annesinin hem şaşkın hem de tebessümle kendini izlediğinin farkında değildi. Ekranda beliren belki de dünyanın en sıkıcı su altı belgesellerinden birini izlemeye başladığında annesi, kızının bakar kör olduğuna hükmetti. Sveta ekrandan taşan ve her tarafını bir bahçeye çeviren güllerin rayihasını içine çeke çeke başka bir dünyaya doğru uçup gitmişti. Annesi sessizce salonu terk edip onu hayallerinin dünyasında yalnız bıraktı. Mutfağa girip yıkamaya başlayacağı bulaşıklara bir göz attı. Eldivenleri parmaklarına geçirirken “Bu sefer oluyor” dedi. “Kızım büyüyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder